profile

L'ARTES E-BÜLTEN

Defterimdeki notlarımı paylaşıyorum.

Nov 09 • 9 min read

91 Yaşındaki Cadıyla Şükür Seansı


L'ARTES NOTLAR

2 Kasım Pazar

Bu haftanın notuna başlamadan önce Talha'ya geçen hafta yaptığı bağıştan dolayı teşekkür ederim. Görünce yaşadığım memnuniyeti ifade etmemek güç. Seviniyor insan yahu :). Var ol Talha.

$7.00 / month

Ayda 2 soğuk kahve karşılığında Gold Abonelik

Bu yazıya özel bağış

Bu bağış sadece bu yazıya özel ve bir kereliktir. 'Other amount' kısmından 1 dolarlık bağışta da bulunabilirsiniz.

İnanılmaz yoğun bir haftadan geçiyordum. Tüm yoğunluğuma rağmen, elimdeki bazı notları derledim. Sonra fikrimi değiştirdim ve yakın zamanda yaşadığım enteresan bir karşılaşmanın bende yarattığı samimi etkiyi paylaşmak istedim.

Çok bilmenin bizi düşündüğümüz yerlere götürmeyeceğine inananlardanım. Az bir bilgi ve iyi bir düşünme becerisi mi yoksa tonlarca bilgi ama kötü bir düşünme becerisi mi diye sorsanız, tercihim ilki olurdu. Fakat kaliteli düşünsel becerinin bile karşısında ışığının sönük kaldığı bir şey daha var. O da becerinin süzgecinden geçmiş bilginin yaşanması… Yani bilincin odağında, kendi ritminde yaşantılanmaya başlanmış bilgi.

Her öğrendiğimizi anında hayatımıza uygulamak zorunda değiliz. Biz bir bilgisayar değiliz. Evet, son zamanlarda daha çok hatırlatmak gerekiyor. Beynimiz bir bilgisayar değil. Bedenimiz ise bilgisayar tarafından yönetilen bir makina değil. Dışarıdan ihraç ettiğimiz bir bilgiyi veya kendi iç dünyamızda tanıştığımız bir keşfi yaşama geçirmek, bilgisayara yeni bir program yükleyip çalışmasını izlemek kadar kolay değil.

Öyle ki, hikayelerin hakikat, sıradan alternatiflerin ise ‘zorunlu mümkün’ diye yutturulduğu modern çağda, binlerce yıla rağmen tazeliğini korumuş inkarı güç hakikatlerin yaşanan hallerine denk gelmek, insan ruhunda asırlık kütüphanelerden daha fazla açılmalara vesile olabiliyor. 91 yaşındaki Susan, şu an bu satırları yazarken dahi gözlerimi dolduruyor. Demek ki tesiri günlere rağmen geçmemiş…

Başlıyoruz...

Hafif yağmurlu bir gece Cambridge’e yakın bir muhitte uber şöförlüğü yapıyordum. Müşteriyi almak üzere sokağa girdim. Evin önüne parkedip araçtan çıkmam gerekti. Çünkü dışarıda bana doğru yaklaşan yolcunun, ancak kendisinden destek alarak yürüyebildiği tekerlekli dayanağını(walker) bagaja koymam ve yaşlı kadının arabaya binmese yardım etmem gerekiyordu. O araca bindi, ben de walker’ı katlayıp bagaja koydum. Sürüşe başladığımda, ingilizce ‘Nasılsın Yavuz’ dedi. İsmimi o kadar iyi telaffuz etmişti ki, bu Amerika’da nadiren olur, dönüp şaşkınlığımı kendisine ifade ettim. Oradan kırılan buz, bizi Susan’nın hayat hikayesine kadar götürdü.

Ailesiyle birlikte, Hitler dönemi Almanya’sında nazi zulmünden kaçmayı başarmış küçük bir kızın 91 yaşındaki haliyle muhattap oluyordum. Arka koltukta öyle ufak duruyordu ki, giydiği kabanın içinde kaybolmuş 11 yaşındaki bir çocuktan farksızdı. Hatırlıyorum. Eğilmiş sırtı ve çelimsizliğini görünce ‘bu teyze zamanla büzüşmüş’ diye içimden geçirdim. Teyzenin bundan haberi yok. Zaten olmaması gerekiyor. Gittikçe küçüldüğünü bilen hiçbir yaşlının kendisinin büzüştüğünü duymaya ihtiyacı olduğunu sanmıyorum.

Muhabbet ilerlemişti. Amerika’nın siyasi atmosferinden duyduğu rahatsızlığı da dile getirdikten sonra sana komik bir hikaye anlatayım mı dedi. Düşünmeden olur dedim. O anlatacağı hikayeyi içine sığdıracağı nefesi yavaşça içine çekerken oluşan kısa aralıkta, daha önce hiçbir yaşlıya ‘olmaz’ demediğimi hatırladım. Kendi içimde giriştiğim bu saçma değerlendirmelere, belirgin bir tebessüm ve neşeli bir tonda işittiğim ‘ben aslında birkaç sene önce öldüm’ cümlesi ara verdi. Yanlış duymadınız, 91 yaşındaki yahudi teyzemiz birkaç sene önce ölmüş.

O aralar tanınmış Amerikalı psikiyatrist Dr. Bruce Greyson’nın ‘ölüme yakın tecrübeler(NDE)’ üzerine yaptığı araştırmalara kafamı taktığım için heyecanlandım. Ancak Susan ne gerçekten ölmüş ne de böyle bir tecrübe yaşamış. Yakın zamanda vefat eden eşi ile ilgili ekonomik bir düzenlemede Avusturya makamları Susan’ı da ölmüş kabul etmiş. Almanya kaybettiği için biz de kaybetmiş sayıldık misali, kocası öldüğü için kendisi de ölmüş sayılan Susan, ölmediğini kanıtlayarak Avusturya makamlarının kağıt üzerindeki gayri kasti cinayetine açıklık getirmiş.

Kendine has nükteli tavrı ile bu garip olayı anlatırken telefonu çaldı. Duymadı sandım ancak duymuyor oluşuna kendimi ikna edemedim. Aramızda hatrı sayılır bir mesafe vardı ve ben gayet aşağı bir tondan kendisi ile muhabbet ediyordum. Söylediğim her şeyi işitirken telefonu nasıl duymuyordu ki? Telefonunuz çalıyor dediğimde ‘ben senin telefonun çalıyor sandım’ dedi. Duymuş demek ki… Ben telefonu çıkarıp cevapsız kalan aramaya döneceğini düşünürken, o elini umursamaz bir tavırla soldan sağa savurdu ve ‘boşver muhtemelen beni gömmek için arıyorlardır’ dedi. Dayanamayıp kahkahayı patlattım. O da ben de gülmeye başladık. Manyak karı…

Güldüm gülmesine ama iç muhasebe mekanizmam yersizce devreye girdi. Karşımda geçen ay düşmüş, yakın zamanda iç kanama yaşamış, walker’sız yürüyemeyen, şirin bir muhabbet kuşuyla dahi gireceği fiziksel münasebette nakavt olacak 91 yaşındaki Susan sağlığının iyiliğinden şükürle bahsediyor ve üstüne ölümüyle ilgili şakalar yapıyordu. Etkilendim.

Susan’da sağlıklı derin bir kabulün işaretlerini görmemek zordu. Onda neyi değiştirip neyi değiştiremeyeceğini bilen ve bulunduğu durumla minimum sürtünme yaşamasına vesile olan hakiki bir memnuniyet sezdim.

Yaşadığı şartların değiştirilmesi zor gerçeklerinden kaçmaya çalışmıyordu. Onları görmezden de gelmiyordu. Fakat onlarla mücadele etmek yerine, sanki dikkatini o durumların içinde neyin mümkün olabileceğine çevirmişti. Çoğumuz, kontrol edemediği şeyleri kontrol etmeye çalışırken enerjisini tüketir. Susan ise bu enerjiyi, içinde bulunduğu şartlar değişmese bile onlarla birlikte yaşamayı kolaylaştıracak yeni bir bakış açısı kurmak için kullanmış gibiydi. Yaşadığı zorlukları yok saymıyor, sadece onlara gereğinden fazla yer vermiyordu. Bence bu edilgen bir kabullenme değil, aktif bir farkındalıktı. Böylece, yaşamın her alanında değil ama kendi içinde bir hareket alanı bulmuş gibiydi. Belki de bu yüzden, zayıf bedeni içinde tükenmemiş bir canlılık hissi barındırıyordu. Hayatın kontrol edemediğimiz yanlarıyla kavga etmeyi bırakınca, elimizde kalan sınırlı gücü gerçekten etkileyebileceğimiz alanlara yöneltebiliyoruz dedim içimden. Ben anca içimden derim zaten…

Bu anının notlarını alırken aklıma Reinhold Niebuhr'un Serenity Prayer'i geldi.

"Allah'ım,
Değiştiremeyeceklerimi kabullenmem için sükunet,
Değiştirebileceklerimi değiştirmem için cesaret,
Ve ikisi arasındaki farkı anlayabilmem için bilgelik ver."

Ona sormadan edemedim. Susan dedim, ‘Şükür içinde misin. Şükür ile aranda nasıl bir münasebet var.’ Gülümseyerek ‘Ohhhh!’ dedi ve devam etti ‘Şükür içinde olmasam ve onu hissetmiyor olsam sence böyle olabilir miyim?’ Tam da o zaman kendisine dair düşünmeye başladığım şeyleri içten içe tasdik ettim.

Etrafında şikayet edebileceği onlarca şey varken ve bir çoğumuza göre ölümün kıyısına daha yakın görünen Susan şükürle donattığı iç iklimi sayesinde hadiselerin ne tarafına odaklanacağına dair bir beceri geliştirmişti.

Bunu görmek zor değildi. Anlattığı hikayeleri, anıları ve yaptığı şakaları ifade ederken kullandığı dilden dahi hissediliyordu. Çok sevdiği kocasını kaybetmiş, acısını yaşamıştı. Yaşlanmış ve yaşlılığın tüm zorluklarıyla çervelenmişti. Teni buruşmuş, vücudu çekmiş, beli eğilmiş, hareket kabiliyeti sınırlanmış, artık koşmayı bırakın walker’a tutunmadan yürüyemiyordu. Çekmiş teni ile dahi dalga geçip ‘artık Halloween'de kostüm giymeme gerek kalmıyor, bu halimle 91 yaşında bir cadıdan farksızım zaten’ deyip gülüyordu. Ben de mizahı hayatın acılarını dönüştürmek için kullanan bir mizaca sahibim ancak Susan’ınki farklıydı. Ben durumdan kaçarken kullanıyordum, Susan ise kaçmıyordu.

Anlatabileceklerim çok. Belki bir gün Susan hakkında daha uzun konuşuruz. Yalnız ona dair birkaç şeyi daha ifade etmeden gidemeyeceğim. Anlattığı anıların birinde kendisine Suzi diye seslenildiğini öğrenince, yolculuğun bitimine doğru kendisine ‘Suzi’ diye seslendim.

Ondan öğüt isteyecektim. Ne yapayım. Merak ettim. 91 yaşında, hayatın bir diğer kıyısında böylesi bir kadından bugünüme kendi dilinden dökülen birkaç öğüt işitmek istedim. Bir şey söylemesine gerek yoktu. O tavrı ile dersini çoktan vermişti. Ancak gün içinde kaygı krizleri ile mücadele eden, bu dünyada yerinden memnun olmamanın o dipsiz kuyusunda yalnız başına çıldırıp yok yere şu kısacık hayatı geçici meselelerin derdine boğabilen biri olarak bunu istemem normaldi. Şu an yazarken gözlerim bir daha doldu…

Susan önce bir tavsiyeye ihtiyacın yok ama söyleyecek olsam şunu derdim diyerek söze girdi. ‘Kendin ol, sana ne olman gerektiğini söyleyen herkese kulak verme. Yolunu şöyle ya da böyle bulursun. Bir başkasına özenmek ve onun gibi yaşamak zorunda değilsin. Gündemin içine pompalanan propagandaların zihnini yönlendirmesine izin verme. Hitler döneminden çok daha kötü bir propaganda çağındayız.’ Az konuşuyordu ama etkilenmeye açık hale gelmiş durumdaydım. Söylediği her şey normal bir zamandan daha çok dokunmaya başlamıştı.

Bu yazıya özel bağış

Bu bağış sadece bu yazıya özel ve bir kereliktir. 'Other amount' kısmından 1 dolarlık bağışta da bulunabilirsiniz.

Apartman’ın güvenliğinden içeri girdik. Kalan 2-3 dakikada acaba başka ne öğrenebilirim Suzi’den diye düşündüm. Bulamayınca vakit kaybetmeden söze girdim. Suzi dedim, ‘son bir öğüt daha verir misin?’. İnanın arkadaşlar, belki de 91 yaşındaki bu cadının hali ruh dünyamın yaşadığı depremlere iyi geldiği için bu satırları yazarken gözlerim sürekli doluyor... Bunu ifade etmekten kaçınmıyor gözüm hangi satırda doluyorsa o satırda ifade ediyorum. Çünkü bendeki tesirini sizlere sözlerden daha iyi anlatacak bir şey varsa o da Suzi’yi bıraktıktan sonra gözlerimde yaşla, ağlamaklı bir halle diğer yolcuları taşıdığım o 1.5 saattir… Şu an bu satırları kaleme aldığım kafede hüngür foşur ağlamamak için gözlerimdeki yaşları tutmaya çalışıyorum.

Suzi söze girdi ve ‘Şu an neyden kaygılanıyorsan ondan kaygılanmayı bırak’ dedi. Ruhum açıldı ancak neredeyse ağlayacaktım. Daha öğlen geçirdiğim ufak çaplı bir kaygı atağından sonra 91 yaşında ölümün kıyısında gözükmesine rağmen sanki yaşamın tam ortasındaymışçasına yaşayan Suzi’den dinlediklerim karşısında şok içerisindeydim. Fizik yorum-aleminden alışageldiğimiz nedensellik ilişkilerince Susan’ın benim hayatımla bir ilgi ve alakası yoktu. Fakat bu muhteşem varoluşta Suzin’in varlığı ve bana denk gelişini bu gecenin bana hediyesi, ve dertlerime gönderilmiş bir şifacı olarak karşılayabilirdim. Öyle de yaptım. Suzi adeta kendi halini işaret ederek, ‘hayat geçiyor, kaygılanmayı bırak ve sevdiklerini ara, sarıl ve onlara iyilikler yap. Eğer bunları yapıyorsan. Tamam işte yani, daha ne dedi’.

Arzuları ve korkuları arasında mekik dokuyan modern insanın bin yıllık açık yarasına neler sürdük de iyi gelmedi. Bugün biraz da Suzi’nin bu hikayesini sürelim. Belki iyi gelir.

Muhabbetle

Kardeşiniz Yavuz.

Lartes Notlar


$7.00 / month

Ayda 2 soğuk kahve karşılığında Gold Abonelik

-Kendi dilinde ulaşamadığın ve uzmanları tarafından yaratılmış 8-10 saatlik röportaj ve podcastlerin bilimsel makaleler... Read more

Bu e-posta size Cambridge, Massachusetts'den yazıldı.
Unsubscribe · Preferences


Defterimdeki notlarımı paylaşıyorum.


Read next ...