Dilerseniz bu ileti üzerinden, dilerseniz yavuz@lartesnotlar.com’a e-mail atarak bana ulaşabilirsiniz |
Meraklısı olduğum (belki de takıntılı) konularla bağımı kuvvetlendiren teknik eserleri çok önemserdim. Hiçbir zaman sıkı bir roman, hikaye okuru olmadım. Zamanla teknik eserlerin bu dünyanın büyüsünü görmemi ertelese de örtemediğini farkettim. İtiraf etmeliyim ki bu büyüyü görmemi erteleyen şey eserlerin kendisinden ziyade, varlık ile aramızda kuracağımız ilişkiyi daha baştan belirlemeye çalışan eğitim sisteminin ve eğitmenlerin yerleşik yetersiz yapısıydı.
Şeylerin nasılları hakkında, ancak belirli sınırlarca açıklamalar getirdiğimiz ve bu şeyleri kendimize en yakın yerden kavramanın yollarını bizlere göstermeye çalıştığını düşündüğümüz textbook ve non-fiction eserlerin içinden, bu gizemli varoluşa dair tüm neden ve niçinleri :) kavrayacağımı düşünecek kadar heyecanlı, cahil ve nahifmişim.
Hayatı yaşamak ve tecrübe etmekten daha çok onu anlamaya çalışmanın yorgunluğunu son birkaç yıldır yoğun bir şekilde hissediyorum. Bir çoğunuzun aklından ‘hayatı anlamaya çalışmak iyi değil midir' gibi bir soru geçebilir. Size temin edebilirim ki, bu soruya dair yıllardır elimde tutup yolumu aydınlattığını düşündüğüm cevaplardan artık eskisi kadar emin değilim.
Gönderdiğim bültenlerin birinde ismini şimdi hatırlayamadığım bir düşünürden alıntıya yer vermiştim.
‘Mutlu kişi şeylerin doğasını öğrenendir’.
O zaman söylediklerime aşağı yukarı katılsam da kendime hatırlatmakta fayda gördüğüm birkaç şey var. Evrenin nasıl çalıştığına dair ürettiğimiz bilgilerden yükselen kibirden derebeyliklerde elimizdeki araçların bu görkemli varoluşa abilik yapabileceğine inanıyoruz. Buna üzülmemek elde değil. Bu cömert ve kudretli kainat karşısında avuçları ters dönmüş dilenciler gibiyiz. Lütfuyla bay olunacak bin türlü yol varken, bildiğimiz yollar yeter deyip fakir kalmayı yeğliyoruz.
Öyle ki ben de, bahsettiğim ahmaklığın bir başka benzerinin tuzağına düşmüş ve yıllarca roman-hikaye hatta sinema gibi alanların insanın bu bu dünyadaki hayretler kabartan yolculuğunun derinliklerine ışık tutabileceğini görmezden gelmişim.
İnsana ruhunun görmezden geldiği karanlık taraflarını tanıştıran, akıl yürütme becerilerimizi ustaca alaya alan, imkansız görünenleri mümkün kılan, tanışıklık kurulması mümkün görünmeyen bedenlerin iç dünyalarında bizlere emniyetli seyahatler sunan, alışıp da görmezden geldiğimiz ne varsa gözümüzün içine sokup bize tekrar hatırlatan, kurumsal sınırlandırmaların dışında kalmasının getirdiği avantajla bilime dahi ufuk gösteren, zamanın çıldırtıcı kelepçelerini un ufak edip ellerimizi asırlık hikayeler arasında heyecanla dolaştıran, dildeki inceliği ile zihnimizin uzanılması zor köşelerine temasımızı artıran, hatta etrafında ortak dil ve uluslar yaratma gücüne sahip olup yeri geldiğinde kültürler için taşıyıcı rüzgarlığa soyunan insan türünün belki de en ayırt edici ve büyüleyici özelliği olan hikaye-roman-şiir türü edebi metinlerden cahilce ve iradi olarak uzak kalmış olmanın ara ara acısını hissediyorum.
Tıpkı din ve bilimde yaptığımız gibi bilim ve edebiyatı da beceriksiz kıyaslarımızın malzemesi yapmak yerine varoluşun rahminden idraklarımıza doğan bu iki kıymetli çocukla hoş vakit geçirmeli, ikisinin de ihtiyaçlarımıza şifa dağıtacak yeteneklerinden faydalanmayı öğrenmeliyiz. Bence 🙂
Bu dünyadaki tartışmalı da olsa uzun hikayemizin ruhlara dinginlik verici fakat coşkun detaylarıyla tanışmanın ancak edebiyatın rahlesinden geçmekle mümkün olduğunu söyleme hadsizliğine girişip bu okuma notunu burada bitiriyorum.
Gelecek hafta Georges Perec’in Uyuyan Adam isimli kitabından küçük notlarla karşılaşacaksınız.
Muhabbetle,
Yavuz
|
|
Yavuz Caner
Lütfen yorumlarını ve iletmek istediğin mesajı bu e-maile karşılık vererek bana ulaştır.
|
Cambridge, Massachusetts
Unsubscribe · Preferences